Arşiv
Anket
Sitemizi değerlendirin

24 Tem 11:57Ders Notları

Ody - Üdy Dersi

ULUSAL SÖZLEŞMELER

I- DIŞ TİCARET VE SÖZLEŞMELER

 

Dış ticaret işlemlerinde ters yönlü iki akım mevcut bulunmaktadır. Örneğin : İhracat işleminde satıcı, mal veya hizmeti sözleşme şartlarına uygun olarak alıcıya sunarken, alıcı da mal veya hizmetin bedelini satıcıya ödemektedir. Dış ticari ilişkilerin ilk aşamasında satıcı ile alıcı aralarında görüşerek belli bir malın (veya hizmetin) alışverişinin yapılması hususunda niyetlerini ortaya koymaktadırlar.

 

Her iki taraf arasında bir anlaşmaya ulaşıldığında yapılan bir sözleşme ile; satıcının sözleşme konusu malı hazırlayıp sevk etmesi ve karşılığında ödemenin ne şekilde yapılacağı, rizikoların karşılıklı olarak nasıl paylaşılacağı, ortaya çıkması muhtemel bir uyuşmazlığın çözümlenmesinde izlenecek usul ve esasların belirlenmesi hususlarının kararlaştırılması zorunludur.

 

Denizaşırı satışların ortaya çıktığı devirlerde, milli hukuk düzeyinde bu kabil satışları düzenleyen özel hükümler bulunmadığından, özellikle malların denizyolu ile taşınmasını ve ayrıca sigortalanmasını isteyen alıcı, satış sözleşmesine bu hususların dahil edilmesini satıcıdan talep ederdi. Bu durum, tarafların satışa ilişkin ve aralarındaki hukuki ilişkiye uygulanmasını istedikleri bir çok hususun (örneğin: masrafların paylaşımı, mallara ve taşımaya ait belgelerin tanzimi, sigorta, vb.) satış sözleşmesi kapsamına alınmasını zorunlu kılmıştır.

 

Bunlar, her bir parti mal veya satış ilişkisi için ve her bir tarafın istemlerine göre düzenlenen "bireysel (tekil) sözleşmeler"dir. Bu tür sözleşmeler, tarafların uygun ve karşılıklı irade açıklamalarıyla icap (veya icaba davet) ve kabul (veya karşı icap aşamalarından geçerek düzenlenir (BK,1). Günümüzde de taraflar ihtiyaçlarına göre şekillendirdikleri "bireysel sözleşmeleri" kullanmaya veya muhtelif milli veya uluslararası kuruluşlarca düzenlenen "tip sözleşmeler"e aralarındaki ilişkinin özelliklerine göre farklılıklar içeren hükümler ekleyerek "bireysel sözleşmeler" yapmaya devam etmektedirler.

 

Böylece, alıcı ve satıcılar, önceden hazırlanan tipik kayıtlara (örneğin: teslim ve ödeme şekilleri, yükleme, standart ve kalite kontrolü, uygulanacak hukuk, yetkili mahkeme veya tahkim şartı, mülkiyeti muhafaza kaydı, sözleşmeden caymaya, sorumluluğun sınırlandırılmasına, vb.), "genel işlem şartları", bu tür sözleşmelere de "tip veya formüler sözleşme" adı verilmektedir.

 

Bu sözleşmelerde, tarafların karşılıklı pazarlıklarına ve uzun görüşmelerine yer olmayıp, tarafların "miktar, fiyat, teslim yeri ve zamanı" konularında anlaşmaları yeterlidir. Çünkü, diğer hususlar ayrıntılı olarak "genel işlem şartları" ile düzenlenmiş bulunmaktadır. Türk hukukunda tip sözleşmeler ve genel işlem şartları, halihazırda, yasal olarak düzenlenmiş değildir.Ülkemizde uygulamada, özellikle dış satımlarda, satım konusu muhtelif mallara, malların özellikleri de alınarak hazırlanmış "tip sözleşmeler" yoktur.

 

Bu itibarla, ülkemiz işadamları özellikle dış satımlarda yabancı alıcı veya satıcı veya komisyoncular tarafından kendilerine ibraz edilen "tip sözleşmeleri" kabullenmekte, bu sözleşmeler ise çoğunlukla tacirlerimize yabancı şartları içermekte ve uyuşmazlık halinde, tacirlerimiz bilmeden ve incelemeden imzaladıkları bu sözleşmelere istinaden çeşitli hukuki yaptırımlar ile karşılaşmaktadırlar.

  

II. SÖZLEŞMELER

 

1- SÖZLEŞMENİN TANIMI

 

Sözleşme, taraflar arasında varılan anlaşmanın sonucudur. Tipik bir iş ilişkisinde, taraflardan birinin yaptığı bir teklife (icap), karşı tarafın bu teklifi koşulsuz olarak kabul ettiğini bildirmesiyle sözleşme oluşur. Tüm hukuki sistemlerde bir sözleşmenin şekillenmesi için temel prensip; teklif sahibinin bir teklifte bulunması, kendisine teklif yapılan tarafın bu teklifi kabul etmesi koşuludur.

 

Borçlar Kanunu'nun 182'nci maddesinde satım (satış) sözleşmesi şöyle tanımlanmaktadır. "Satım öyle bir akittir (sözleşmedir) ki onunla satıcı, satılan malı alıcının iltizam ettiği (üstlendiği) semen (satış bedeli) mukabilinde alıcıya teslim ve mülkiyeti ona nakleylemek borcuna tahammül eder (yüklenir)".

 

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere satım (satış) sözleşmesi "iki tarafa borç yükleyen sözleşme"lerdendir. Diğer bir ifadeyle, satıcı ve alıcı hem borçlu, hem de alacaklıdırlar. Gerçekten satıcı, satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğini alıcıya devretmek bakımından borçlu, semeni (satış bedelini) ondan istemek (talep etmek) bakımından alacaklıdır. Aynı şekilde alıcı da, semeni satıcıya ödemek bakımından borçlu, fakat satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğinin kendisine devredilmesini istemek (talep etmek) bakımından alacaklıdır.

Kişiler arasındaki ilişkilerden doğan borç ve alacaklarıdüzenleyen Borçlar Hukuku, Medeni Hukukun bir dalıdır. Borç, bir kişinin diğerlerine karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu mükellefiyetten oluşan bir hukuki bağı anlatır. Borç, iki (veya daha çok) kişi arasındaki borç ilişkisi denen hukuki bir bağdır. Bu ilişki, bir şeyin yapılması (bir paranın ödenmesi, bir malın mülkiyetinin devredilmesi, vb.) veya bir şeyin yapılmaması (haksız rekabet yapılmaması, vb.) biçiminde ortaya çıkar.

 

Borç ilişkisinde üç unsur bulunur:

- Mevcut bir borç ilişkisine dayanarak, bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını isteme hakkına sahip olan "alacaklı",

- Alacaklının istediği bu şeyi yapmak veya yapmamak zorunda olan "borçlu",

- Borç ilişkisi nedeniyle (kanuna, ahlaka ve adaba aykırı olmaması kaydıyla) bir şeyin teslimi, yapılması veya yapılmaması biçiminde ortaya çıkan "edim".

 

2- BİR SÖZLEŞMENİN ESASLI UNSURLARI

 

Bir sözleşmenin esaslı unsurları, o sözleşmenin mevcut olabilmesi için mutlak surette bulunması gerek olan unsurlardır. Bu unsurlar; "satılan şey", "semen" ve "tarafların satılan şey ile semenin mübadele edilmesi (değiştirilmesi) hususundakianlaşmaları"dır.

 

A- Satılan Şey

Satış sözleşmesinin konusu, sadece maddi şeylerden ibaret değildir. Nitekim maddi şeylerin yanı sıra maddi olmayan şeyler de satılabilir. Diğer bir deyimle, "mameleki bir değer arz eden her şey (bir miras hissesi, alacak hakları, vb.) satım sözleşmesine konu olabilir.

 

Diğer taraftan, satım konusu şeyin sözleşmenin yapıldığı anda mevcut olması da gerekmez (örneğin; ileride elde edilecek ürünler de satılabilir). Ayrıca, satılan şeyin sözleşmenin yapıldığı anda satıcının mülkiyetinde olması da şart değildir. Diğer bir deyimle, sadece satıcıya ait olan şeyler değil, başkalarına ait olan şeyler de satılabilir.

 

Böyle bir satış sözleşmesi hukuken geçerlidir, ancak, satıcı ifa zamanında başkasına ait olan bu şeyi tedarik ederek alıcıya teslime muvaffak olamazsa, borcunu ifa edememiş olmaktan dolayı tazminat ödemek zorunda kalır.

 

B- Semen

Semen, alıcının satın aldığı şeye karşılık olarak satıcıya ödemeyi taahhüt ettiği paradır. Bu para, kural olarak ulusal paradır (BK,83). Yabancı para borcunun vadesinde ödenmemesi halinde alacaklı, bu borcu vade veya fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini isteyebilir.

 

Semeni taraflar serbestçe tayin edebilirler. Semenin sözleşmenin yapıldığı anda miktar bakımından belli bir rakam olarak gösterilmesi şart değildir, tayin edilebilir olması lazım ve yeterlidir (BK, 182-III). Semen hiç tayin edilmemiş ise, satış siparişin yapıldığı gün ve yerdeki cari fiyat üzerinden akdedilmiş sayılır (Bk, 209-I).

 

C- Anlaşma

Satış sözleşmesinin esaslı unsurlarından biri de, alıcı ile satıcının semen karşılığında satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğinin devri hususunda anlaşmış olmalarıdır. Diğer bir deyimle, satıcı, satılan şeyin zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcı da semeni satıcıya ödeme taahhüdünde bulunmuş olmalıdır.

 

Satılan şeyin mülkiyeti, tarafların bu hususta anlaşmış olmalarıyla, yani satış sözleşmesinin yapılmış olmasıyla hemen alıcıya geçmez. Mülkiyetin alıcıya intikal edebilmesi (geçebilmesi) için menkullerde "zilyetliğin devri" işleminin yapılması gerekir (MK, 763). Bu işlem yapılmadığı sürece, alıcı semeni ödemiş olsa bile satılan şeyin "mülkiyeti"ni kazanamaz.

 

D- Nefi (yarar) ve hasarın (zararın) geçişi

Satış sözleşmesinde nefi (yarar) ve hasar (zarar), halin gereğinden veya özel şartlardan doğan istisnalar dışında, sözleşmenin yapılmasından itibaren alıcıya geçer (BK, 183-I). Satım sözleşmesi "geciktirici (taliki) bir şarta bağlanmış" ise, nefi ve hasarın alıcıya geçişi, ancak şartın gerçekleştiği andan itibaren vuku bulur (BK, 183-III).

 

Taraflar (BK, 183'deki) kuralın tersini kararlaştırabilecekleri gibi, bazen "halin gereği"de bu kuralın uygulanmamasını gerektirebilir. Buna örnek olarak, satıcının henüz malik olmadığı bir şeyi satması, aynı şeyin birden fazla satımı, teslimin satıcı lehine ertelenmiş (tehir edilmiş) olması halleri gösterilebilir.

  

3- SÖZLEŞMENİN MEYDANA GELMESİ

Hukuki bir sonuç doğurmak üzere irade açıklamasında bulunmak suretiyle yapılan ve bu nedenle de bir alacak – borç ilişkisi doğuran hukuki işlemler (sözleşme,akit, mukavele) en uygun borç kaynağıdır. Başka bir ifade ile sözleşme tarafların (alacak borç ilişkisinden oluşan bir hukuki sonucu elde etmek amacıyla) birbirleriyle karşılıklı iradelerini açıklamalarıdır.

 

Sözleşme iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun surette “irade açıklamasında bulunmasıyla meydana gelir. Nitekim, Borçlar Kanunu’nun 1inci maddesinde” iki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde akit (sözleşme) tamam olur” denilmektedir. Böylece sözleşme bir tarafın bir şeyi teklif etmesi halinde (icap) karşı tarafın onu kabul etmesi ile (kabul) kurulur.

 

 

A-İcap

İcap belli bir hukuki sonuç doğurmak üzere gerekli olan ve icapçı tarafından yapılan ilk (birinci) irade açıklamasına denilir. İcap bu haliyle “teklifte bulunma” anlamındadır ve zaman bakımından önce yapılmasına (açıklamasına) göre belirlenir.

 

İster borçlu ister alacaklı tarafından yapılmış olsun önce yapılmış olan irade açıklaması “icap”tır. Dolayısıyla icap tek taraflı ve karşı tarafa varınca sonuç doğurabilecek ve sözleşmenin esaslı unsurlarını ihtiva etmesi gereken bir irade açıklamasıdır. İcap her şeyden önce “sözleşmenin esaslı noktalarını” içermiş olmalıdır. Örneğin; bir satım sözleşmesi yapılmak üzere satıcı tarafından yapılan icabın satımın konusu olan “malı” ve “semeni” içermesi gerekir.

 

Diğer taraftan icabın, icapçının bir sözleşme yapma konusundaki iradesini “ciddi surette" yansıtması gerekir. Eğer icapta, böyle bir nitelik bulunmuyorsa bu irade açıklaması icap değil bir “icaba davettir.” Örneğin; fiyat belirtilmeksizin reklam, ilan yapılması icaba davettir. Nitekim tarife ve cari fiyat listesi göndermenin bir icap sayılmayacağı Borçlar Kanunu’nda belirtilmektedir (BK,7-II).

 

İcap kural olarak icapçıyı bağlar yani icapçı yapmış olduğu icaptan dönemez. Ancak bu kesin bir kural da değildir.

 

İcapcı yapmış olduğu icap ile ne süre bağlı kalacaktır? Borçlar Kanunu'nda icap, süreli ve süresiz olmak üzere iki şekilde düzenlenmiş bulunmaktadır.

 

1. Süreli icap

Süreli icapta, yani icapçının kabul için bir süre tayin etmiş olduğu halde, icapçı bu süre sonuna kadar icabıyla bağlıdır. Kabul haberi, bu süre bitmeden önce kendisine ulaşmazsa icapçı artık icabı ile bağlı kalmaz (BK,3).

 

 

2. Süresiz icap

Süresiz icap, yani icapçının kabul için bir süre tayin etmemiş olduğu halde ise, icapçının bu icabıyla ne zamana kadar bağlı kalacağı icabın “hazır olanlar” veya “hazır olmayanlar” arasında yapılmış olmasına göre farklı sonuçlara bağlanmıştır.

 

a.       İcap “hazır olanlar arasında”, yani icapçı ile kabulcü’nün karşı karşıya bulundukları bir durumda yapılmışsa, derhal kabul edilmediği takdirde icapçı onunla bağlı kalmaz (BK;4-1). İcabın, hazır olanlar arasında yapılmış sayılması, sadece iki tarafın ayni yerde karşı karşıya gelip görüşmeleri halinden ibaret değildir. Telefonla veya tarafların mümessilleri vasıtasıyla yapılmış olan icaplar da “hazır olanlar arasındaki” icap sayılır (BK;4-II).

 

b.      İcap “ hazır olmayanlar arasında“, yani icapçı ile kabulcü’nün karşı karşıya bulunmadıkları bir durumda yapılmış (örneğin; kabulcüye mektup, telgraf veya bir haberci vasıtasıyla gönderilmiş) ise icapçı “normal bir kabul haberinin kendisine ulaşacağı ana kadar” icabıyla bağlı kalır (BK;5-I). Burada icapçının bağlı kalacağı süreyi tespit ederken aşağıdaki üç zamanın gözönüne alınması gerekir.

 

1.       İcabın kabulcüye gitmesi için geçecek zaman,

2.       Kabulcü’nün düşünmesi için geçecek zaman,

3.       Kabul haberinin icapçı’ya ulaşması için geçecek zaman,

 

Bu suretle hesaplanacak olan süre içinde icapçı, icabıyla bağlıdır. Bu süre geçtikten sonra gelecek bir kabul haberi sözleşmenin meydana gelmesi sonucunu doğurmaz. Zira, bu, “zamanında ve muntazam süratle gönderilmiş” bir kabul haberi sayılmaz (BK,5-I). Bu gecikmiş kabul haberi yeni bir icap sayılır.

 

İcapçı yapmış olduğu icabı kabulcü’ nün bunu öğrendiği ana kadar geri alabilir. Ancak, kabulcü’ nün, geri alma (rücu) haberini icaptan önce öğrenmiş olduğunu ispat etmek güç olduğundan, pratik bakımdan icapçı ancak icap kabulcü’ ye, henüz varmadan önce onu geriye alabilme (rücu) imkanına sahip olmaktadır. Örneğin; icapçı , icabını mektupla yaptıktan sonra mektup henüz kabulcü ‘ye ulaşmadan önce telefon , telgraf, vb. ile icabını geri aldığını bildirmek suretiyle pratik bir sonuç alabilir. (BK,9)

 

 

B- Kabul

Kabul, icapçının belli bir hukuki sonucu doğurmak üzere yaptığı teklife, iradelerin mutabakatı (uyuşması) doğrultusunda verilen müspet (olumlu) cevaptır. Bu da tek taraflı ve karşıya ulaşması gereken bir irade açıklamasıdır.

 

Kabul, açık (sarih) olabileceği gibi örtülü ( zımmi)’ de olabilir. Eğer kabul iradesi açık olarak beyan edilmiş, yani kullanılan kelimelerden icabın kabul edildiği tereddüte yer vermeyecek şekilde açıkça anlaşılmakta ise, buna “açık (sarih) kabul” denir. Buna karşılık, icabı açıkça kabul ettiği anlaşılmamakla beraber, takındığı tavır ve davranışlarından onun bunu kabul ettiği sonucu çıkarabiliyorsa, buna da “örtülü (zımmi) kabul” denir.

 

İcap gibi, kabul de kural olarak bir şekle tabi değildir. Bu nedenle, sözle veya yazılı olarak yapılabileceği gibi bir mümessil veya haberci ile de icapçıya ulaştırılabilir. Kabul, yapılmış olan icaba olumlu bir cevap teşkil ettiğine göre sözleşmenin meydana gelmesi sonucunu doğurur. Ancak, bu sonucun doğabilmesi için kabulün icaba tamamen uygun olması gerekir.

 

Kabulcü de, aynen icapçı gibi, kural olarak kabul beyanı ile bağlıdır. Fakat, kabulcü, kabul haberi icapçıya varıncaya kadar bundan rücu edilebilir, yani kabul beyanını geri alabilir (BK,9).

 

C- Sözleşmenin meydana geldiği an

Bir sözleşme hangi anda meydana gelmiş olur?. Bu sorunun cevabı pratikte oldukça önemlidir. Bu anın tespitinde, sözleşmenin “ hazır olanlar” veya “hazır olmayanlar” arasında olup olmamasına göre bir ayrım yapılmaması zorunludur.

 

1-“Hazır olanlar” arasında yapılan bir sözleşme “ Kabulün açıklandığı an” meydana gelmiş olur.

2- “Hazır olmayanlar” arasında yapılan bir sözleşmenin hangi an meydana gelmiş olacağı meselesinin tespiti kolay değildir. Bu hususta , “açıklama” , “gönderme” , “varma” ve “öğrenme” anlarını esas olan başlıca dört teori mevcuttur.

 

Borçlar Kanunumuz bu dört teoriden “varma (vusul) teorisi ”ni benimsemiştir. Nitekim, Borçlar Kanunu’ nun (3-II,5 ve 9 uncu maddelerinde) hep kabul haberinin icapçıya varmasından söz edilmiştir. Bu nedenle , “hazır olmayanlar” arasında yapılmış bir sözleşme “kabul haberinin icapçıya vardığı an”da meydana gelmiş olur.

 

4- SÖZLEŞMENİN ŞEKLİ

 

Sözleşme, iki taraflı bir hukuki muameledir ve iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun surette "irade açıklamasında" bulunmalarıyla meydana gelir. Ancak taraflar, iradelerini hangi biçim ve kalıplar içinde açıklayacaklardır?. Bu hususta ne gibi vasıtalardan yararlanacaklardır?.

 

Tüm bunlar, "sözleşmelerin şekli" sorununu teşkil ederler. Şekil; "iradenin belirli bir tarzda ve belirli vasıtalar ile beyan edilmesi" demektir.

 

A- Sözleşmenin türleri

Şekil, çeşitli kıstaslara göre ayrıma tabi tutulmaktadır. Nitekim, doktrinde, "kaynaklarına göre (kanuni / iradi şekil)" ve "gayelerine göre (geçerlilik / ispat şekli)" gibi ayrımlara rastlanmaktadır.

 

1- Kaynaklarına göre sözleşme türleri

Kaynaklarına göre sözleşmeleri iki ayrı grupta incelemek mümkündür.

 

 

a) Kanuni şekil

Kanuni şekil, kanunun öngördüğü şekildir. Bir başka ifadeyle, bir sözleşmenin meydana gelebilmesi için tarafların iradelerini açıklama biçiminin bizzat kanun tarafından tespit ve tayin edilmiş olmasıdır.

 

b) İradi şekil

Kanunun şekle tabi kılmadığı bir sözleşmeyi tarafların kendi istek ve iradeleriyle bir şekle tabi kılmalarıdır. Borçlar Kanunumuz, taraflara aslında şekle tabi olmayan bir sözleşmeyi aralarında kararlaştıracakları bir şekilde yapma olanağı tanımış, dolayısıyla tarafların kararlaştıkları şekle bir "geçerlilik şekli" niteliği vermiştir. (BK,16)

 

2- Gayelerine göre sözleşme türleri

 

Gayelerine göre sözleşmeleri de iki ayrı grupta incelemek mümkündür.

 

a) Geçerlilik şekli

Geçerlilik şekli; bir sözleşmenin geçerli surette meydana gelebilmesi için uyulması gereken şekildir. Bir diğer ifadeyle, eğer bir sözleşme belirtilen şekilde yapılmadıkça geçerli olarak doğmayacak ise, bu şekil bir "geçerlilik şekli"dir.

Borçlar Kanunumuz, kural olarak sözleşmelerin "şekilsizce" meydana gelebilmeleri esasını kabul etmiş ve bunu "sözleşmenin sıhhati, kanunda sarahat olmadıkça hiçbir şekle tabi değildir" demek suretiyle belirtilmiştir (BK,11-I).

 

Sözkonusu Kanun'un istisnai olarak öngördüğü şekil ise, bir geçerlilik şeklidir. Kanun'un emrettiği şeklin (kanuni şekil) yanında, bizzat tarafların kararlaştırdığı şeklin (iradi şekil)'de bir "geçerlilik şekli" olduğu Borçlar Kanunu'nda belirtilmiş bulunmaktadır (BK,16-I).

 

b) İspat şekli

İspat şekli, bir sözleşmenin varlığının ispatı için öngörülen şekildir. Başka bir deyişle, eğer bir sözleşmenin mevcudiyeti ancak belli bir şekilde ispat edilebilecek ise, bu şekil bir "ispat şekli"dir.

 

Nitekim, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 288 inci maddesi böyle bir ispat şeklini ihtiva etmektedir. Bu madde (1996 yılında tadil edilmiştir) hükmüne göre, değeri kırk milyon Türk Lirasını aşan sözleşmeler ancak yazılı bir belgeyle (senet ile) ispat edilebilir.

 

3- Genel Olarak Sözleşme türleri

 

a) Mülkiyet hakkını geçirmeye yönelik sözleşmeler

1. Satış Sözleşmesi

2. Bağışlama Sözleşmesi

3. Trampa (Takas) Sözleşmesi

 

b) Kullandırmaya yönelik sözleşmeler

1. Kira Sözleşmesi

a) Menkul - gayrimenkul kirası

b) Finansal kiralama (Leasing)

2. Ariyet (Kullanma Ödüncü) Sözleşmesi

3. Karz (Ödünç) Sözleşmesi

 

c) İş görme sözleşmeleri

1. Hizmet Sözleşmesi

2. Eser (İstisna) Sözleşmesi

3. Vekâlet Sözleşmesi

4. Emanet (Vedia) Sözleşmesi

 

d) Teminat sözleşmeleri (kefalet sözleşmesi)

 

e) Kanunlarda düzenlenmemiş sözleşmeler

1. Karma ve Bileşik Sözleşmeler

2. Yeni Sözleşme Türleri

a) Garanti sözleşmesi

b) Kredi sözleşmesi

c) Tek satıcılık sözleşmesi

d) Alacakların satışı (factoring) sözleşmesi

e) Pazarlama imtiyazı (franchising) sözleşmesi

f) Satım için bırakma sözleşmesi

 

B- Kanuni geçerlilik şeklinin türleri

Medeni Kanunumuz ve Borçlar Kanunumuzun geçerlilik şekli olarak öngördüğü şekiller (sözlü, yazılı, resmi şekiller) çeşitlidir. "Sözlü şekil" Borçlar Kanunu'nda mevcut olmayıp, Medeni Kanun'da da sadece iki hukuki muamelede (evlenme akdi ile sözlü vasiyet) sözkonusudur. Hukukumuzda aslolan "yazılı" ve "resmi" şekildir.

 

1- Yazılı şekil

Yazılı şekil'den maksat, tarafların el yazısı, daktilo veya sair bir aletle bir senet düzenleyerek altını imzalamalarıdır. Yazılı şeklin biri "metin", diğeri "imza" olmak üzere başlıca iki unsuru vardır.

 

a)Metin

Metin, tarafların irade açıklamalarını içeren belgedir. Taraflar, bu belgede üzerinde karşılıklı olarak anlaşmaya vardıkları hususları belirtirler. Metnin, mutlaka borçlu veya alacaklı tarafından yazılması, el yazısı veya daktilo veya sair bir vasıta ile yazılmış olmasının da önemi yoktur. Türkçe olduğu kadar, yabancı bir dilde yazılmış olan senetler de geçerlidir.

 

b) İmza

Yazılı şeklin ikinci ve önemli unsuru olan “imza”, bir şahsın kimliğini belli eden ve genellikle o şahsın adı ve soyadının yazılmasından meydana gelen bir işarettir. Önemli olan husus, imzadan sahibinin kim olduğunun anlaşılabilir olmasıdır. İmzanın, üzerine borç alan kimsenin el yazısı ile atılması zorunludur, ancak Borçlar Kanunu örf ve adetin müsait olduğu hallerde imzanın bir alet vasıtasıyla konulması da mümkündür. (BK,14).

 

2- Resmi şekil

Resmi şekil’den maksat, hukuki muamelenin yetkili resmi bir makam önünde yapılmasıdır. Hukukumuz da, bu makamlardan biri “noter”, diğeri ise “tapu memuru” dur. Bu makamların düzenledikleri senetlere “resmi senet” denir. Bu senetlerin içeriğinin, aksi ispat edilinceye kadar doğru olduğu hakkında bir karine vardır.

 

3- Şekle uymamanın sonuçları

Kanunun, ister “yazılı”, ister “resmi şekle” tabi tuttuğu hukuki muamelelerin mutlaka aranılan şekle uygun olarak yapılmaları gerekir. Böyle bir hukuki muamele, emredilen şekle uygun surette yapılmadığı takdirde hiçbir hüküm ifade etmez, yani batıldır (BK,11-II).

 

Şekle uymamanın müeyyidesi “mutlak butlan” olduğu içindir ki, hakim, bunu resen, yani taraflardan birinin ileri sürmesine lüzum olmaksızın kendiliğinden dikkate alır ve taraflardan her biri edimlerini yerine getirmiş olsalar bile, bunun geri verilmesini isteyebilir.

 

5- SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİ

 

Sözleşmenin geçerli olabilmesi için, tarafların gerçek iradesine uyması (sözleşmenin taraflarında, konusunda hata ve hile yapılmaması) ve bu iradenin (tehdit, zor kullanma gibi zorlayıcı bir neden olmaksızın) serbest bir biçimde belirtilmiş olması gerekir. Serbest ve gerçek iradeye uymadan yapılan sözleşmeler ise geçersiz (batıl) durumdadır. Kanuna, ahlaka ve adaba aykırı amaçla yapılan sözleşmeler ise geçersizdir (batıldır).

 

A- Borcun yerine getirilmesi

Borcun yerine getirilmesi (ifası), borçlunun edimini alacaklıya karşı yerine getirmesi ve böylelikle alacak-borç ilişkisinin sona erdirilmesidir. Nitekim, tüm borç ilişkilerinin temel amacı “ifa” dır. Borçlar, süresi (vadesi) geldiğinde, sözleşmede (veya kanun’da) belirtilen yerde, zamanda gerçek alacaklıya ödenerek yerine getirilir.

 

B- Borcun yerine getirilmemesi

Borcun hiç ödenmemesi veya (süresinde, ifa yerinde ödenmemesi gibi) eksik olarak ödenmesi (ifa edilmemesi) halinde, alacaklı, borcun zorla yerine getirilmesi, bundan doğan zararın ödettirilmesi veya sözleşmenin feshedilmesi yoluna gidilebilir.

 

C- Zaman aşımı

Borcun yerine getirilmesini isteme hakkı süresiz bir biçimde alacaklıya tanınmamıştır. Bu nedenle, Kanun tarafından belirlenmiş koşullar altında ve belli bir süre içinde alacaklının hareketsiz kalması sonucu, alacağın yerine getirilmesini isteme yetkisi sona erer ki, buna borcun zaman aşımına uğraması denir (BK,125).

 

III. NAVLUN SÖZLEŞMELERİ

 

Navlun sözleşmeleri “carter” ve “kırkambar” sözleşmeleri olmak üzere ikiye ayrılır. Carter sözleşmeleri bir tür yer tahsis sözleşmesi olup deniz ticaretinin güçlü sermayeye sahip birkaç firma tarafından yapıldığı ve gemi hacimlerinin küçük olduğu Sanayi Devrimi öncesi dönemin ürünüdür.

 

Türk Ticaret Kanununda geminin tamamının veya bir kısmının taşıtana tahsis edildiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. (TTK. Md. 1016). Bu tür sözleşmelerde önemli olan eşya değil, eşyayı taşıyacak olan araç (gemi)’tır. Geminin tahsis ve kullanım şekline göre tam carter, kısmi carter, sefer/yolculuk carteri vezaman carteri şeklinde isimler alır.

 

Sanayi Devrimini müteakip gemilerin yük taşıma kapasiteleri artınca carter sözleşmeleri de yerlerini kırkambar sözleşmelerine bırakmışlardır. Böylece tek bir gemiyle yüzlerce küçük parti mal taşımak ve çok sayıda navlun sözleşmesi yaparak daha çok kazanç sağlamak mümkün hale gelmiştir.

 

Kırkambar sözleşmeleri ile birlikte tarifeli seferler ve muntazam posta seferleri başlamış, carter sözleşmelerinin aksine taşınacak olan eşya ve dolayısıyla da eşyayı taşıyacak olan işletmenin güvenilirliği ön plana çıkmıştır.

 

1. NAVLUN SÖZLEŞMELERİNİN ÖZELLİKLERİ

Bir sözleşmenin navlun sözleşmesi olarak nitelendirilebilmesi için birtakım özelliklere sahip olması gerekmektedir.

 

a.   Türk Ticaret Kanununa göre, navlun sözleşmesinden bahsedebilmek için eşyanın deniz yolu ile taşınması gereklidir. Bu anlamda kara ve hava yolları ile yapılan taşımalar navlun sözleşmesine konu olamaz.

b.   Türk Ticaret Kanununa göre, yolcu taşımacılığı dışında, taşınması mümkün olan bütün maddi şeyler navlun sözleşmesine konu olabilir. Danıştay’a göre de taşınan şeyin yük ya da yolcu olması navlun sözleşmesinin kapsamını değiştirmemektedir.

c.   Türk Ticaret Kanununa göre, navlun sözleşmesinden bahsedebilmek için taşımanın kanunun kabul ettiği manada bir gemi ile yapılması gereklidir. Ancak önemli olan taşımanın gemi ile yapılması olup geminin taşıyana ait veya onun tarafından işletilmesi şart değildir.

d.   Navlun sözleşmesi ile birlikte yük, taşıyanın zilyetliğine girer. Bu, navlun sözleşmesini taşıma sözleşmesinden ayıran en önemli özelliktir. Ancak navlun sözleşmesinin zilyetliğin devri yanında taşıma taahhüdü de içermesi şarttır. Aksi taktirde bir kira sözleşmesi söz konusu olur.

e.   Navlun sözleşmesinin son özelliği ise ivazlı bir sözleşme olması ve karşılığında mutlaka bir ücret ödenmesidir. Ancak buradaki ücret GVK m 61 anlamında ücret olmayıp, taşımacılık faaliyeti neticesi elde edilen bir bedeldir. Bu bedel olmadan navlun sözleşmesi söz konusu olamaz

 

2. NAVLUN SÖZLEŞMELERİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

 

Navlun sözleşmesinin hukuki niteliği vergilemeye doğrudan etki ettiği için vergi hukuku açısından önemli noktalardan birisi de bu sözleşmelerin hukuki niteliğidir. Navlun sözleşmesinin bir kira sözleşmesi mi yoksa bir istisna sözleşmesi mi olduğu hususunda doktrinde çeşitli görüşler mevcuttur.

 

 

4.1. Navlun Sözleşmesinin Hukuki Niteliği ile İlgili Görüşler

Doktrinde yer alan bir çok görüşün de benimsemiş olduğu Çağa’ya göre, navlun sözleşmesi bir kira sözleşmesi değil, muayyen bir neticenin teminini (malın alıcıya teslimi) taahhüt eden istisnai bir akittir.

 

Benzer şekilde Tekil’e göre, “bir kişi denizden kazanç sağlamak amacıyla gemisini eşya taşımada kullanabileceği gibi aynı amaçla bir başka kişiye de tahsis edebilir. Bunun adi kira sözleşmesine göre olması mümkündür. Ancak deniz hukukunun mutad şekli bunun bir navlun sözleşmesi ile gerçekleştirilmesidir.

 

Danıştay’a göre, navlun sözleşmesinde gemi taşıma için tahsis edilirken, kiralamada gemi sahibinin gemisini personelli veya personelsiz fakat hizmet sözleşmesinin devri suretiyle bir ücret karşılığı başkasının kullanımına terki söz konusu olduğu için navlun sözleşmesi bir kira sözleşmesi değildir.

  

4.2. Navlun

Navlun sözleşmesi uyarınca elde edilen en önemli gelir navlundur. Çünkü her ne kadar navlun sözleşmesinin amacı eşyanın deniz yolu ile taşınması ve ilgilisine teslimi olsa da taşıyan açısından asıl amaç navlun geliri elde etmek bir başka deyişle kazanç sağlamaktır. Zira taşıyıcının tacir olduğu hallerde sözleşmede taşıma ücreti hakkında herhangi bir kayıt bulunmasa dahi, Türk Ticaret Kanununun 22. maddesine dayanarak tacirin ücret talep hakkı vardır ve taşımayı ücret karşılığı üstlendiği kabul olunur.

 

Türk Ticaret Kanununa göre, navlun sözleşme ile serbestce tespit edilir. Eğer sözleşmede açık/zımni olarak belirtilmemişse, yükleme yeri ve zamanında geçerli olan navluna göre (yükün cinsi, mesafe, taşıma şekli vs), bu şekilde de tespit edilemiyorsa, emsal malların navlunları esas alınarak hakkaniyet üzere tayin olunur (TK.  Md.  1073/1).

 

Navlunun hesaplanma şekli navlun sözleşmesinin türüne göre değişir. Kırkambar taşımalarda aksi  kararlaştırılmadıkça  tespit  edilen  “navlun tarifeleri” sözleşmenin bir parçasını teşkil eder ve burada öngörülen miktarın zımnen mukavele edildiği kabul edilir. Tarifelerde navlun birimi yükün cinsi, ağırlığı veya hacmine göre belirlenir ve seçme hakkı genellikle taşıyana bırakılır. Değeri yüksek mallar için navlun advalorem olarak tayin edilir.

 

Carter sözleşmelerinde ise navlun değişik şekillerde tespit edilir. Yükün tamamı için sayı, ölçü, ağırlık vs dikkate alınmaksızın sabit bir miktar kararlaştırılabileceği gibi, süre göz önünde bulundurularak da hesaplanabilir. Süreye göre hesaplanan navlunun farklı uygulama şekilleri olup günümüzde en çok karşılaşılanı navlunun yüklenen malın miktarına ve birim esasına göre, hafif yüklerde hacim, ağır yüklerde ise ağırlık esas alınarak hesaplanmasıdır.

 

4.3. Sürastarya ve Kontrstarya

Sürastarya, taşıyandan kaynaklanmayan sebeplerden dolayı yükleme ya da boşaltmada fazladan beklenen süreyi ifade eder. Bu süre içinde taşıyanın uğrayacağı zararları telafi etmek amacıyla taşıtan tarafından navluna ek olarak bir ödeme yapılmak zorundadır. Bu ödemeye de sürastarya ücreti ya dademuraj denir.

Sürastarya sadece sefer üzerine yapılan carter sözleşmeleri için söz konusudur (TTK. Md.1030). Zaman üzerine carter sözleşmeleri ile kırkambar sözleşmelerinde ise sürastarya süresi ve dolayısıyla sürastarya ücreti de yoktur.

 

Doktrinde hakim olan görüşe göre, sürastarya bir tazminat (cezai şart) değil, akdin sağladığı bir haktır. Sürastarya ödenmesi için zarar oluşması şart olmayıp, taşıtanın sözleşmeden doğan hakkını talep etmesi yeterlidir.

        

Sürastaryanın en önemli özelliği navlun sözleşmesi uyarınca ve dolayısıyla gemi tahsisi karşılığında elde edilmesidir. Bir başka deyişle sürastarya da navlun gibi tamamen taşıma ile ilgili olarak elde edilen bir ücrettir. Türk Ticaret Kanunu da sürastaryayı navlun sözleşmesinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiş ve gemi alacaklısı haklarının içine dahil etmiştir. Her ne kadar Türk Ticaret Kanununun 1030. maddesinde kararlaştırıldığı takdirde sürastarya ödenmesi zorunludur dense de bundan kararlaştırılmamışsa sürastarya talep edilemeyeceği sonucu çıkarılamaz.

 

Türk Ticaret Kanununda sürastarya süresinin dışında ayrıca bir başka bekleme süresinden daha bahsedilmektedir ki doktrinde bu süre için kontrstarya ifadesi kullanılmaktadır. Her ne kadar Türk Ticaret Kanununda bir ayrım yapılmasa da kontrstarya,sürastaryaya ek olarak tanınan süreyi ifade eder ve kanuni bir zorunluluk olmamakla birlikte sürastarya süresi bittikten sonra eğer daha fazla beklenecekse bu süre için de bir ücret ödenmek zorundadır. (TTK. Md. 1033, 1035, 1052). Burada da amaç tıpkı sürastaryada olduğu gibi tanınan ek süre içerisinde yükleme ya da boşaltmanın tamamlanmasıdır.

 

4.4. Pişmanlık Navlunu, Mesafe Navlunu ve Boş Navlun

Deniz ticaretinin kendine özgü yapısı içerisinde taşıtana son derece geniş yetkiler tanınmıştır. Bunlardan biri de sözleşmenin tek taraflı fesih hakkıdır. 

 

 Detaylı bilgi almak için :   0 532 208 97 82 
Yorum ekle